Başbakan Binali Yıldırım referandumda ‘Hayır’ oyu kullanacakları şimdiden ‘terörist’ saydığını ilan etti. ‘Hayır’ diyenleri PKK’lı, FETÖ’cü diyerek baskı altına alıyor, ‘Evet’ oyu vermeleri yönünde baskı yapıp dolaylı yoldan tehdit ediyor. Hızını alamayıp bu listeye HDP’yi de eklemiş. Olağan bir hukuk devletinde, yasa ve Anayasalara göre kurulmuş bir siyasal partiye terörist demek suç sayılır. HDP’li hukukçuların Başbakan hakkında suç duyurusunda bulunmaları gerekir/önemlidir.
PKK ve FETÖ ise zaten konumuz dışında kalır, onlar bizi bağlayan bir hukuk ve yasa ile kurulmadılar. Dolayısıyla da tartışma dışılar.
AKP kurmayları HDP ve ‘terör’ arasında kurduğu eşitliği Dolmabahçe Masası’nı devirdikten sonra sık sık tekrarlıyor. Sadece HDP’yi değil, her fırsatta CHP’yi de ‘terör’ parantezine alacak çıkışları var. Nitekim 15 Temmuz darbe girişimi sebebiyle gözaltına alınıp tutuklananlara işkence yapıldığını söylemek, AKP cephesinde ‘terörizme destek’ biçiminde algılanıp servis edilmişti.
Terör ile tehdit, iyi saatte olsunları davet, IŞİD’in eylem yapacağına işaret etmek suretiyle yaratılan tedirginlik ve kaotik hale AKP-MHP cephesinin ihtiyacı var. İşledikleri suçları gizlemek için değil sadece, OHAL denilen gayri-i nizami harp koşullarını devam ettirmek için de terör sopasını sallamak zorundalar.
Terör tehdidine ve sopasına karşı çıkışımız ise, sivil, hukuki ve kitlesel boyutta ‘Hayır’ı yatay düzlemde büyüterek olmalı. Acilen bunun yollarını bulup, ırkçı-milliyetçi cephe karşısında HDP başta olmak üzere sosyalist soldan harekete geçen ‘Hayır’ cephesinin kriminalize edilmesinin önüne geçecek hukuksal, yasal, Anayasal adımlar atmamız gerekli. Bu, kamuoyunun gözünde kimin terörden, kaostan beslendiğini, kimin hukuk, adalet, yasa ve Anayasadan destek aldığının açığa çıkartılması bakımından gerekli.
7 Haziran 2015 milletvekili seçimlerinden önce, şimdi sırra kadem basan o zamanki başbakan Ahmet Davutoğlu’nun ağzından ‘AKP tek başına iktidar olmazsa, istikrar bozulur’ sözlerini duymuş, zat-ı muhteremin 12 Eylül yıllarının faili meçhul cinayetlerine imzasını atan sivil polislerin kullandığı araçları kast ederek ‘Beyaz Toroslar’ geri gelir demesini işitmiştik.
Şimdilerde Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş benzer bir söylem tutturdu: ‘Allah’ın izniyle referandumda büyük oranda ‘evet’ çıktıktan sonra da bu terör örgütleri, hiçbir şekilde sesi soluğu çıkmayacak noktaya gelirler’ diyor. Mesaj ve tehdit çok açık…
Yalçın Akdoğan gibi kılıç artıklarını saymayalım. Onlar üzerlerine yedikleri çiziğin izlerini silebilmek için en uç açıklamalar yapmaya meyilli kariyerist gericilerden başkası değil. Yine de siyasal iklimi kirletme gayretine destek veren derin bir şahsiyet olduğunu unutmayalım.
Böyle bir siyasal iklimde durumdan vazife çıkartacak kolluk ‘Hayır’ kampanyası yürütecek olanlara nasıl davranacaktır? Durumdan vazife çıkartacak sivil faşitlerin silah elde ‘bekliyoruz’ açıklamaları yapmaya başladıklarını, fotoğraflarını çekinmeden sosyal medyadan yayınladıklarını izliyoruz. Ve polis bu tehdidi yapanları ertesi gün serbest bırakıyor.
Aynı polisin ‘Hayır’ kampanyası yapanlara nasıl sert davrandığına tanık oluyoruz. Sivil polisler iki gün önce ‘cumhurbaşkanımıza laf ettirmeyiz’ diyerek Kadıköy’de genç kadınlara saldırdı, başına silah dayayarak gözaltına aldı. Bunlar daha ilk veriler.
Yani henüz referandum olmadan kendisinden farklı düşünenlere karşı resmi ve sivil gericiliği seferber eden bir iktidar, referandumdan ‘Evet’ sonucunu alırsa, anamuhalefet partisi dahil hiçkimsenin Tayyip Erdoğan’ı eleştirmesine, görüşlerini açıkça ifade etmesine izin vermeyecektir. Mevcut manzara bile, referandumda ‘Hayır’ oyu kullanmamız için yeterli nedenlerle dolu. Çünkü Başkanlık sistemi bir polis rejimiyle uygulanabilir. Düşünce özgürlüğü yerine başkana itaat etmek, biat etmek, ona yaranmak, yakın olmak, onun duasını almak dayatılacaktır.
AKP ve Erdoğan Gezi İsyanından buyana yani son üç yıldır toplumsal meşruluğunu giderek yitirmekte olan bir iktidardır. Yalnızca ırkçı-milliyetçi önyargılara dayanarak, Kürt düşmanlığını eline ve diline dolayarak seçim kazanmayı başarmıştır. Adil, özgür, demokratik ve içinde şaibe olmayan tek bir seçim kazanamamıştır. Son üç yıldır Türkiye halklarına, emekçilere yaşatılan ise, devlet güdümlü bir propagandaya dayalı, terör ile terbiye edilerek oyların sandıkta AKP’de toplanmasını sağlamak olmuştur.
Bu tehdit ilk kez Haziran 2013’te Gezi isyanıyla yanıtlandı, ikincisi Haziran 2015 seçimlerinde iktidara şamar gibi indi. Şimdi, Nisan 2017 referandumu da bu kez MHP ile tahkim edilmiş AKP iktidarının suratına çarpabilir, kitlelerin üçüncü isyanına dönüşebilir.
Bu, kuvvetle muhtemeldir ve AKP tek bildiği şey olan kaosu, ırkçı milliyetçiliği, polis baskısını devreye sokmak üzeredir. Suç işlemeden referandum kampanyası yürütemez. Zaten OHAL altında referanduma gidilmesi bile temel hukuk normlarına aykırıdır.
1 Kasım erken genel seçimleri de suç işleyerek kazanılmıştır. Öylesine bir kaos yaratılmış ve o kadar çok cana kıyılmıştır ki ırkçı milliyetçilik temelinde yapılan seçimler AKP’ye kazandırılmıştır. Toplumsal bedeli ağır olan bu sonuçlar ise Türkiye’yi olağan bir döneme evriltmemiş, tam aksine AKP’yi bile vuracak yasa dışı dinamikleri harekete geçirmiştir.
Soralım: Erdoğan ve AKP 1 Kasım seçimlerini kazanınca istikrar mı geldi? 15 Temmuz darbe girişimi mi istikrar? Dolar ve borsada yukarıya doğru hareketlenme mi istikrar? Benzine, elektriğe, ekmeğe yüzde 25 zam mı refah? Artan işsizlik mi büyüme? Halkın pazarına, ücretine, çalışma koşullarına yansıyan bir refah, büyüme var mı? HAYIR!
Referandumda Anayasa maddelerinin içeriklerinden çok, genel siyaset belirleyici olacak. AKP-MHP bloğunun ırkçı-milliyetçi milli seferberlik söylemini CHP’yi de içine alacak biçimde genişlemiştir. AKP de CHP de MHP tabanının oylarını alabilmek için milliyetçi siyasetin dibine vuracak. Milliyetçi ‘evet’çilerle, milliyetçi ‘hayır’ diyenlerin çekişmesi bolca yaşanacak! Bu kör dövüşün işçi ve emekçilerin çıkarlarıyla hiçbir ilgisi bulunmuyor ama ırkçı-milliyetçilik yoksullara, işçi sınıfına, kadınlara büyük bir tuzak kuruyor.
Umutsuz değiliz. AKP-MHP milliyetçi cephesinin Nisan referandumunda suratına çarpacak bir Hayır tokadı, onları kendilerine getirmede ilk uyarı olabilir. Ancak, işçi ve emekçilerin iş, yeterli ücret, insanca yaşam ve özgürlükler için daha örgütlü, sürekliliği olan bir mücadeleye ihtiyacı olduğu kesin. Bu sebeple, Ocak sonunda grev yasağını delip geçen 2 binden fazla otomotiv işçisinin mücadele yolunu takip ederek sınıf mücadelesine hazırlanmalıyız. AKP-MHP cephesine, milliyetçilik tuzağına ‘Hayır’ demeliyiz.