Profesör Füsun Üstel ‘Barış’ bildirisine imza attığı için hapis cezası aldı. Uygulama için günler var. Cumhuriyet Gazetesi’nin 9 yazarı yeniden hapse girmek üzereler. Ayşe öğretmen hapse girdi. Altı yıl aradan sonra hazırlanan Gezi İddianamesi ile 16 kişi için 3 bin yıl ceza isteniyor.
Madalyonun diğer yüzünde milletvekili Leyla Güven ve binlerce tutuklunun açlık grevleri var: Barış için Abdullah Öcalan’a şahsen uygulanan tecridin kaldırılmasını istiyorlar. Tümü birden demokrasi mücadelesinin taleplerini oluşturuyor.
Siyasallaşan yargı usul, kanun, teamül ve adalet aranan bir mevki olmaktan çıktı. Adalet Saray’ı ‘beka’ penceresinden bakarak iktidar gibi düşünmeyen tüm entelektüelleri, gazetecileri, akademisyenleri, Kürt devrimci demokratlarını hapse gönderme sarayları halini aldı.
Ancak ne iktidara itiraz eden entelektüellere ne de Kürt demokratik hareketinin kadrolarına boyun eğdiremediler, eğdiremiyorlar.
Mahpus vatandaş
Füsun hoca ‘Makbul Vatandaş’ konusunda tez yazmıştı. Aynı adı taşıyan kitabının tanıtım yazısında şöyle diyor: “vatandaşın ulus-devletin ve Tek-Parti rejiminin konsolidasyonu sürecinde “milli yurttaş” olarak kısıtlanması, Türkiye’de yurttaşlık sürecinin temel vasfı olarak ortaya çıkıyor. Katı bir vazife-hak dengesinin denetiminde, bir “devlet eksenli militan yurttaşlık” tipi bu”.
AKP iktidarının yeniden ürettiği ‘makbul vatandaş’ın tipinde ise, İslami-ırkçı ton daha belirgin. Rabia (4) maddede ifade ediliyor: Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet.
Kamu görevlileri, hakimler, savcılar, kolluk kuvvetleri, ordu mensuplarının büyük kısmı bu silsilede hareket ediyor. Durumdan vazife çıkartıp uyguluyor.
Böyle olmasa o polis memuru, Gebze Cezaevi önünde çocukları ölmesin diye bekleşen anneleri itip kakma gücünü kendinde bulabilir mi?
AKP yeni ‘milli yurttaş’ yetiştirme girişiminde epey yol kat etse de, toplumun entellektüel kapasitesini ele geçiremiyor. Kürt demokratik hareketini hiçbir türlü kuşatamadığı için saldırganlaşıyor.
İktidar emekçi sınıflara yönelik çıplak saldırıyı, bugüne kadar erteledi. İşçileri doğrudan karşısına almak istemedi. İşçilerin kıdem tazminatına sahip çıkmasıyla birlikte bunu daha fazla erteleyemeyecek. EYT gibi işçi muhalefeti de büyüyecek.
Barış İçin Akademisyenler
Barış Akademisyenleri adına yapılan açıklamaya göre şimdilik durum şu: “’Bu Suça Ortak Olmayacağız’ metnine imza veren 2 bin 212 akademisyenden 691’i hakkında dava açıldı. Yeni davalar açılıyor. 18’i İstanbul olmak üzere, yaklaşık 40 ayrı ağır ceza mahkemesinde yargılanıyorlar. Barış talebi “terör propagandası” olarak tarif ediliyor. Tek bir iddianameyle 691 akademisyen yargılanıyor ve mahkemeler de birbirinden oldukça farklı cezalar veriyor.
“Bugün itibariyle 184 akademisyenin davası tamamlandı. Tümü ayrı ayrı 15 ay hapis cezası aldı, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasıyla ertelendi. Bu uygulamanın dışında kalan 3 akademisyene verilen 15 aylık hapis cezası ve bir kişiye verilen 18 ay hapis cezası ertelendi. 32 kişiye 15 ay ile 36 ay arası değişen cezalar verildi. Kimileri hükmün açıklanmasını reddettiği için, kimileri ise iki yılın üzerinde ceza aldığı için hapse girme riskiyle karşı karşıya. Bu ceza kararına yapılan itirazlardan şimdiye kadar Füsun Üstel hocanın kararı kesinleşti ve hapse girecek”.
Siyasal taleplere ilave gerekli
İktidarın baskı politikaları karşısında Batı demokrasilerindeki özgürlükleri, yasalar karşısındaki eşitlik ve adalet talebini dile getiren siyasal demokrasi talebi AKP iktidarını ve diktatörlükleri geriletmeye yetecek bir toplumsal gücü ortaya çıkartmaya yetmiyor. Açlık grevleri de öyle.
İlk evresinde demokrasi hareketleri entelektüellerin eylemi olarak başlayabilir. Ancak demokrasi mücadelesi diktatörlüklerin ekonomik çıkarlarına dokunmaksızın başarı elde edemez.
Bir bütün olarak entelektüel camianın siyasal eşitlik, adalet arayışını ekonomik eşitlik talebiyle birleştirmesi gerekli. Ekonomik eşitlik talebi, ister istemez mevcut siyasal iktidarın ardındaki büyük sermaye gücünü de tehdit edecek ve iflas eden, pislikleri ortaya dökülen iktidarlarını değiştirmeye zorlayacaktır. Çok uzatmadan Cezayir ve Sudan’daki toplumsal gelişmeler bunu en açık ifade eden son örnekler oldu.
Demokratik ve toplumsal eşitlik taleplerini birleştirebilen aydınların çoğalarak, ekonomik eşitlik talebinin sonuna kadar tutarlı savunucusu emekçi sınıflara taşıması halinde, diktatörlükler ayakta duramaz. Büyük burjuvazi önce düzeni kurtarmak üzere yeni isimler bulup öne sürecektir ama onların başarısız olması da kaçınılmazdır. Hele ki, bugünkü gibi ekonomik krizin uluslararası baskın bir karakter kazandığı günümüzde…
Çıkış için bir yol
İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin el değiştirmesi bir moral anlam taşısa da, 25 yıl içinde kokuşan, yolsuzluklara batan bir düzen belediyesi kurtarılacak. AKP’nin en büyük kentinin düşürülmesinin demokratik kamuoyunda yarattığı memnuniyet, bir süre sonra yerini burjuva düzenin belediyeciliğine bırakacak. Değişim emekçiler için hoş bir seda olarak kalırken, burjuvazi için çarklar dönmeye devam edecek.
Düzenin siyasal ve ekonomik olarak tıkandığı anlarda, kişiyi değiştirerek düzene nefes aldıran hamleler ile düzeni değiştirmek arasındaki fark, bizim siyasal kimliğimizi de belirlemekte.
Baskı rejimleri altında en küçük değişimlere bile sevinmeyin demiyoruz, hep beraber sevinelim ama yetinmeyelim, gelecek krize kadar beklemeyelim, düzeni değiştirmeden toplumsal eşitlik elde edemeyeceğimizi unutmayalım. Toplumsal eşitsizlikleri ortadan kaldırma mücadelesini sektirmeden sürdürelim.
Tek çıkış yolu kapitalist krizlerin sefaletinden, ırkçı, cinsiyetçi, asimilasyoncu, doğayı ve yaşam alanlarını tahrip eden burjuva düzenden kurtulmaktır. Yeni sınıf ayrıcalıkları yaratmaksızın toplumun çıkarlarını temel alan yeni bir düzenin, komünist bir toplumun inşası için mücadele etmektir.