Balat’ta, şimdi neredeyse virâneye döndü dönecek gibi görünen, fakat içinde yüz otuz sekiz yıllık talebe ruhu barındıran metruk bir okul var.
Yoakimyon Rum Kız Lisesi!
20.yy başlarında beş yüzden fazla İstanbullu Rum kızına eğitim veren lise, 1980’lerin ortasında talebe bulamaz olunca, kapatılmış; lodosa, farelere, rutubete terk edilmiştir.
Sonra tiyatroda deneyim ve yenilik peşinde koşan bir grup idealist sanatçı ve entelektüel tarafından keşfedilmiş.
Orası üç yıldır tiyatro sahnesidir.
Yoakimyon’u kiralayan bu tiyatro âşıkları mekânın ruhunu bozmadan, tek bir çivisine ilişmeden, olabilecek en yeterli bakımla binanın kapısını seyirciye o zamandan beri açıyor.
Balat Monologlar Müzesi adını almış eski Rum Kız Lisesinde, sekiz sınıfta eşzamanlı birer oyun ayakta izleniyor; tek kişilik oyunlar…
Hele eğer siz, benim orada tiyatro sınıflarına gittiğim o gün üst katta ilk adımı attığım 7 numaralı derslikten izlemeye başlarsanız, çarpılmış gibi bir hisle oradan ayrılırsınız: Burayı kendisine barınak edinmiş, Balat’ın meczup ve berduş bîçaresi oradadır. Bu karakteri canlandıran sanatçı Erol Babaoğlu, hemen sizin birkaç adım ötenizde hırpanî yaşantısını size aktarırken, gerçeğin sınırında oyun izlersiniz. Bir evsiz insanla sokakta karşılaşmak olsa, bu kadar olur. Eğer bu oyun, örneğin Broadway semtinde oynansaydı, Amerikan gazeteleri, mesela The New York Times eminim şöyle yazardı: Mesmerizing!
Biz ¨hârika¨ diyelim; Perfectus… Kısa oyunun adı Balat’ın Sırrı!
Sonra oradan çıkıyor, hani eski sözcüklerimizi de unutmayalım diye kullandığımca münâvebeli yani dönüşümlü ve nöbetleşe bir başka sınıfa giriyorsunuz; çünkü zil çalıyor.
Zil lisenin girişindeki Venue’da; girişte. Duvara takılı, sabit, bakır-pirinç alaşımdan dökülmüş, bir çan zili, 1882’den beri ders saatlerini, teneffüsleri belirleyen o antika zil oyunu sonlandırıyor ve siz bir öteki sınıfa koşturuyorsunuz.
Söylemeye gerek mi var! Ortalık talebe kalabalığındadır. Oyun bittikten sonra Balat çarşısına inerken üşenmedim saydım, 75 basamakla çıkılan Fener Kırmızı Rum Mektebinin bulunduğu o dik tepeye galiba kolayca tırmanmış, ben gibi tıknefes kalmamış, pek çoğu genç izleyiciden oluşan seyirci kalabalığı teneffüs arasında sınıftan sınıfa koşturuyor.
Derse, tiyatroya geç kalmamalı. Tiyatro insanı insana anlatma sanatıdır, empatiyi öğretir; demek ki dersin hasıdır, babasıdır!
Erol Babaoğlu’nun ders verdiği sınıfı bırakıp bu kez tiyatro sanatçısı Tuğçe Şahin’in sınıfındayız, Balatlı bir kasabın karısı olarak yaşadığı ruh kırgınlığını ondan dinliyoruz. İki çocuğuyla terk edilen bir kadın, temizliğe dahi gidip ekmek parası kazanamayacak kadar yıkılmış bir kadın; kederimiz sınıfın açık penceresinden taşıyor, gidip işinden eve artık gelmeyen önlüğü kanlı kasabın dükkânına ulaşıyor.
Zil çaldı, teneffüse çıktık, fakat fazla vakit yok, derhal başka bir derse yetişmeliyiz.
Ben Haydar Köyel’in oyunda gizli aşkını anlattığı sınıfa giriyorum. Başkaları başka sınıfa; dersler serbest! Köyel’in canlandırdığı evli erkek, mahalledeki Pembecilerin Osman adında bir adama âşıkmış; ötekisi de evli. Gizli gizli buluşuyorlar; Balat’ta… Olmaz şey değil ama olacak gibi de değil! Sonunda bir buluşma ânı, karşıdan karşıya geçerken Osman’a çarpan araç; iki ay koma, ardından cenaze. Fakat kimse bilmez, kimse bilmez öncesini sonrasını… Biz sınıfta öğreniyoruz ama…
Tekrar zil çaldı!
Sınıftan hüzünle çıktım, iki katlı lisenin girişindeki başka bir sınıfa seğirtiyorum. Cansu Tutkun ile Hande Öykü Ekmen bir Balat parodisini karşılıklı canlandırıyorlar. Monolog ezberimiz şimdi bir parça bozuldu lakin sanatçı Hande Öykü’nün kameraya alınmakta olan Balat’a dair bir sözlü tarih çalışmasında gösterdiği performans oyunu monolog seviyesinde kalıyor.
Mimar ve tiyatro sanatçısı Batur Belirdi’nin Balat kabadayısı olarak racon kestiği sınıfta bu lisenin dışarısındaki arnavut kaldırımı sokakların acımasız dünyasını da öğreneceğiz; sınıfa giriyoruz.
Öteki sınıflarda başka tek kişilik sanat eserleri, tiyatro anlatımları sürüyor; siz sınıftan sınıfa hiçbirini kaçırmamak üzere koşturuyorsunuz.
Bir Pazar gününün öğleden sonrasını yeni açılmış ve epeyi sükse yaptığından tıklım tıklım dolu kafelerde geçirmek yerine tiyatroyu, İstanbul’un zenginliklerinden olup terk edilmiş bir liseyi, çevredeki mekânı görmek için kesinlikle tavsiye edilebilir etkinliktir bu!
Yenilikçi ve deneysel tiyatro başlığıyla genelleştirilebilecek sanatın böylesi sunumu klasik İtalyan ve modern oda tiyatrosu geleneğinin uyuşamayacağı, hatta belki huysuzlanacağı bir tiyatroyu öneriyor. ¨Nerede bir mekân varsa orada tiyatro yapılır¨ savıyla yola çıkan bu yenilikçi akıma sanatın bitip tükenmez arayışları nedeniyle ihtiyacımız var. Mekân ne olursa olsun, insanın oynama, taklit etme ve tabii seyretme ihtiyacı hep aynı; çünkü insan Homo Ludens, oynamayı seviyor.
Balat Monologlar Müzesindeki sanatçılarımız da bu inançla oynuyor; belli…
TwoTwo Production adıyla tiyatroya emek sunan bir grubun işi bu! Alkışı hak eden bir tiyatro ekibi…
Oyun yazarı, yapımcı Kerem Pilavcı’nın aralarında bulunduğu, tek tek isimlerini sıralaması pek müşkül görünen birbirinden değerli tiyatro sevdalısı oyuncular, emek verenleriyle basite kaçmanın değil, basiti yüceltmenin örneğini sunmaktadırlar.
Sonuçta, tiyatro dediğin İKİ KALAS BİR HEVES değilse, ya bu nedir!