70 yıl önce Samuel Beckett, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından insanlığın ruh halini anlamaya çalıştığı ünlü eseri “Godot’yu Beklerken” ile eylemsizliklerine yenilmiş insanların, Godot adında ne olduğu bilinmeyen bir kimseyi veya “şeyi” beklemelerini konu alıyordu. Bu bekleme hali, savaş travmasının ardından farklı yollardan yürümüş ve şimdi bu yolu kaybetmiş insanların yollarının kesişmesiyle başlar.
2019’un Mart ayının sonunda Türkiye’de yapılan seçimlerin kilitlenen İstanbul ayağında, farklı muhalif partilerden temsilciler (CHP, HDP, ÖDP, gönüllüler vb.) seçim sandıklarından çıkan oyların içinde yer aldığı çuvalların başında bekliyorlar.
Neyi bekliyorlar, kimi bekliyorlar, kimin geleceğini umuyorlar belli değil. Bekliyorlar. Birçoğu kendisinden beklemek dışında birşey beklenmediğinin farkında ve bunu 10 gündür tekrarlıyorlar. Uykusuz, sancılı ve şüpheyle…
Bekleyerek oyları koruyorlar, bu önemsiz sayılmaz. Ancak bekleyişin belirsizliği onların potansiyelini baskılıyor, biriken öfkeyi denetim altına alıyor, pasif ve muhafaza edici bir davranış kalıbını aşamıyor. Mensup oldukları partilerin liderlerince bekleme halini aşmalarına izin verilmiyor.
Toplumda nöbet tutmak onurlu ve gururlu bir iş olarak tarif edilmiştir. Nöbetçi öğrencinin havasından geçilmez. Parolayı bilmiyorsanız rütbeli de olsanız nöbetçi asker geçiş izni vermez. Seçim çuvalların başındakilerin fotoğraflarından da ne kadar gururlu oldukları görülüyor. Ama bu onları mağdur eden mevcut sistemin başında nöbet tutmaktan başka nedir?
AKP’yi kaybettirme stratejisinde buluşan muhalefetin bekleme stratejisinin hiçbir caydırıcı yanı yoktur. Bu bekleme Beckett olduğundan farklı olarak öznesi bellidir. Nöbet tutanlar onlara defalarca kazandıkları seçimleri kaybettirmelerine kapı aralamış olan Yüksek Seçim Kurulu (YSK) üst makamıdır.
Oysa bu bekleyiş, çürümenin de mayalandığı yerdir. Ne varsa torbanın içinde olduğu birkez kabul edildiğinde, size de beklemek düşer. Medet umduğunuz şey oy pusulalarının içinde yer aldığı çuvallar olur. Oysa demokratik hak ve özgürlük mücadelesi, tek adam rejiminin geriletilmesi, AKP’nin kaybetmesinin yolu o çuvalı beklemekte değil, çuvalın işaret ettiği sonucu açığa çıkartıp fiili ve meşru olarak ifade etmektedir.
Beklemek, muhafaza etmek, içeride olanı korumak mı iktidarın eylemi? İktidar çuvalın içindekine bakmıyor ki? İktidar bloğu kaybettiği seçimleri geri alabilmek için strateji geliştiriyor, YSK’yı baskılıyor, kamuoyu oluşturuyor, bazı ihmalleri abartarak medyaya servis ediyor ve beklemiyor. Hareket ediyor, yol arıyor.
Onlar beklerken iktidar bloğu yeni bir strateji şekillendiriyor: Seçimlerin yenilenmesi. Bunun kamuoyunu oluşturuyorlar. Yine üç isim öne çıkıyor: Erdoğan, Bahçeli ve Soylu… AKP’nin seçimlerle ilgili yöneticileri ise, kaybetmenin hesabını veremeyeceklerinin telaşı içinde, mevkilerini koruma hezeyanı içindeler.
YSK ve iktidar ne yapacak, hangi adımı atacak diye çuvalların başında beklemenin yol açacağı mağduriyet, Ekrem İmamoğlu’nun diline yansıyan Cumhurbaşkanından, YSK’dan adil olmasını dilemekten başka nedir? Bu dileme, nöbetin sonucudur. Nöbet tutmak, çuval beklemek dilemekten başka bir eylem üretemez.
Çeşitli eğilimlerden muhalefet güçleri bekliyorlar ve ‘diliyorlar’.
31 Mart seçimlerinin herhangi bir seçim olmadığını, beka sorunu olduğunu, 13-14 bin oyla kazandım denemeyeceğini, seçimlerin yenilenmesinin gerektiğini söyleyenlere karşı, çuval başında nöbet tutmakla sınırlı, çuvalın içindekiyle yetinen bir karşı cevap AKP’yi kaybettirmeye değil, bir kez daha kazanmayı denemesine kapı aralar.
AKP 7 Haziran seçimlerinin sonucunu silip erken seçime karar verirken Kürt illerinde devreye koyduğu senaryoyu İstanbul’da belki bu boyutta tekrarlayamaz ama, yeni ‘15 Temmuz şehitleri’ yaratmaktan çekinmeyeceğini de görme zamanıdır.
‘Uyan uykudan, uyan esirler dünyası’ sözleri boşuna söylenmedi…