31 Mart 2019 Yerel Seçimlerinin üzerinden sekiz gün geçti. Seçimler İstanbul hariç beklendiği gibi sonuçlandı. Matematiğin ve devlet zorunun şaştığı pek ender yer var. Ancak siyasetin şaştığı yer çok.
İstanbul seçim sonuçlarının AKP aleyhine sonuçlanacağını düşünmeyen, anketlere inanmayan Erdoğan ve ekibi, siyaseten şaşmış durumda. Bir defada ülkenin yüzde 25’ini kaybetmenin sancısını çekiyorlar.
Anadolu Ajansı (AA) birkaç seçimdir yaptığı manüplasyonu bu kez yapamadı. YSK’dan almadığı verileri gerçek verilermiş gibi sunup seçimi AKP’ye kazandırma çabası tutmadı. CHP adayı da kazandığını kaybetmemekte ısrarcı oluyor.
YSK, AA’ya veri vermediğini kabul etti ve İmamaoğlu’nun kazandığını açıkladı. Ancak İstanbul için ‘özel hukuk’ uyguluyor. Ülke genelinde hiçbir ortak norm, kaide ve teamüle uymayan bir çifte standart uygulayarak, kimi ilçelerde geçersiz oyları ve kimilerinde ise, tüm oyları tekrar saydırıyor.
İstanbul dışındaki illerde ise, geçersiz oy sayısının kazanan tarafın oy farkından çok olduğu yerlerde, eğer AKP kazandıysa itirazlara kesinlikle olumlu yanıt verilmiyor. YSK, AKP’yi kazandırmak için çifte standart uygulamayı ‘hakim ve hukuk’ teminatıyla yapabiliyor. Bu tutumu değişmedi. YSK’yı arkalayan AKP ve Erdoğan, seçimlerin yenilenmesine varacak açıklamalarda bulunuyorlar.
Seçimlerden iki gün önce televizyon ekranlarına çıkıp seçim sistemini dünyanın en güvenilir seçim sistemi olarak sunan AKP Genel Başkan Yardımcısı, sonuçların açıklanmasından sonra kefil olduğu sistemi şaibeli ilan edebiliyor. 10 milyon oyun yeniden sayılmasını talep ediyor.
Bu yazının yazıldığı gün yeniden oy sayımı yüzde 90 oranında tamamlanmış, Ekrem İmamoğlu 15 bin civarında oy farkıyla önde gözüküyordu. Ancak AKP kurmayları, özellikle de seçim işlerinden sorumlu olanlar bu kesin sonuçları kabul etmiyor. Hem bu sonucu beklemedikleri için hem de başarısızlığın faturası kendilerine kesileceğini bildikleri için kamuoyunu manüple ediyorlar. AKP’ye yeni yazılan oyları söylüyorlar, karşı tarafa yazılanları söylemiyorlar. Algı operasyonu yapıyorlar. Erdoğan ise, “13-14 bin oy farkla kimsenin kazandım deme hakkı yoktur” demektedir.
AKP İstanbul seçimlerindeki sayma işlemini uzatıyor. Seçim kaybetmeye hazırlıksız oldukları, bu sonuca dair strateji oluşturmadıkları anlaşılıyor. Zaman kazanmaya çalışıyorlar, belediyeden gerici, İslamcı dernek, vakıf, klüp ve üçüncü şahıslara aktarılan çok büyük miktarlardaki para hesaplarının gizlenmesine ihtiyaçları var. Kitleleri gözlemliyorlar. İşi en uç seçeneklere vardırıp vardıramayacaklarını test ediyorlar. Seçimleri yenilemek, iptal etmek, ertelemek durumunda seçmenlerinin tepkisi ne olacak, onu kestirmeye çalışıyorlar.
Büyük kentleri kaybettiler…
Cumhur İttifakı, toplamda yüzde 52 civarında oy alsa da, bu oylar ülkenin en büyük kentlerinden değil. Büyük şehir nüfusunun yüzde 58’ini kaybettiler.
AKP’nin kazandığı 15 ilin toplam nüfusu 20 milyon. Türkiye nüfusunun dörtte biri, büyükşehir nüfuslarının neredeyse üçte biri AK Parti yönetiminde olacak. MHP ise, sadece Manisa büyük şehirde kazandı.
3 büyük şehirde (Diyarbakır, Mardin ve Van) yaşayan 4 milyona yakın (yüzde 6) nüfus ise, HDP yönetiminde.
Bu gerçek, AKP’nin misyonunun sonuna doğru kapı aralanması demektir.
Büyük burjuvazinin, Batı’nın emperyalist devletlerinin gözünde AKP artık ideolojik, siyasi ve yaşam tarzı olarak değil, somut oylarla taşralıdır. Muhataplığı tartışmalı hale gelebilir. Uzatmayalım, bir süredir ABD ile çelişkiler de; F-35, NATO mevzusu da bunun ifadelerinden biridir.
Emperyalizm ve büyük sermaye yeni birini bulur. Tıpkı Ekrem İmamoğlu’nu bulduğu gibi. Kılıçdaroğlu, Muharrem İnce, Meral Akşener bu arayışın isimleri oldular. Erdoğan’ın kovaladığı eski AKP’lilerin yeni parti kuruluşu da bu arayışın ifadesidir.
Bizi ilgilendiren ise, işçi sınıfının en yoğun olduğu büyük kentlerin AKP’ye eski desteğini vermemesidir. Bu da AKP’nin sosyal zeminini İç Anadolu’nun küçük ve orta köylüsünün partisi konumuna düşürüyor ki, onların beklenti ve talepleri büyük sermayenin talepleri değildir. AKP-MHP adaylarının yüzde 40’lar ve üstünde rakamlarda yarıştığı, İYİ Parti’yi eklediğimizde yüzde 90’ları bulan küçük Anadolu kentlerinde kazanılan zaferler politik olarak birşey ifade etmez.
Ankara ve İstanbul’da gördüğümüz gibi, ilçelerin çoğunu AKP almakla birlikte liderliği, büyük şehri teslim etmeyen seçim sonuçları, Erdoğan liderliğinin çok yönlü sorgulanmasına yol açmıştır. 31 Mart seçimleri her ne kadar yerel seçim olsa da bu seçimler ‘beka’ meselesi olarak sunulmuş ve bizzat Erdoğan’ın oylanmasına dönüştürülmüştür. Erdoğan şahsına olan desteği, seçimlere AKP lehine çevirmeye çalışmış, ancak bunda başarısız olurken, beka stratejisi MHP’nin kazanmasına yol açmıştır.
Büyük kentlerde işçi, işsiz, emekli, kadın, Kürt, Alevi yoksullar ile seküler yaşam kaygısında olan küçük ve orta kent soylu sınıfların oyları Erdoğan’ın sorgulanmasına yol açtılar. Oyların tekrar sayımı ise, kaybettiğini kabul etmeyip mızıkçılık yapan, yenildiği halde güreşe doymayan, kocamış bir AKP ve lideri manzarası yaratıyor.
AKP’ye kaybettirme stratejisi, eksiktir…
İstanbul ve büyük kentlerin en büyüklerini kazanan stratejiyi oluşturan HDP ve sosyalist eğilimler, AKP ve Erdoğan’ın direnmesine karşı ne öneriyorlar, ne yapıyorlar? Yeni duruma dair strateji Erdoğan’ı ürkütmemek olarak özetlenebilir. Öyleyse demokrasi, faşizmin yenilgisi nasıl sağlanacak? YSK kararıyla mı?
Dünyanın her yerinde koltuğunda oturmakta ısrar eden yıllanmış liderlere karşı halkın öfkesi var. Cezayir’de olduğu gibi seçim öncesinde, Fransa’da olduğu gibi oy verdikten sonra, Sudan’da gördüğümüz gibi yoksulluğa karşı özgürlükler için demokratik, fiili ve meşru tepki gösterilmektedir.
Ancak, Ekrem İmamaoğlu ve CHP, Cumhurbaşkanı ve YSK’dan rica ediyor, iyi niyet bekliyor. AKP’yi kaybettirmek üzerine CHP’ye oy verilmesini öneren HDP gibi ÖDP, EMEP ve diğer sosyalist eğilimler ‘kazanma’nın enerjisini eyleme sürükleyecek bir liderliğe, mecale sahip değiller.
Bir haftayı tamamlayan yeniden sayım işlemine karşı hiçbir demokratik tepki ortaya konmuyor. AKP’yi ürkütmemeye çalışıyorlar. AKP devleti Kürt seçmene Muş ve Şırnak’ta silahlı güç gösterisi yaparken, esasen Batı’ya mesaj veriyordu. Devletin kaba askeri ve polis gücü, çıplak zoru ortadayken celladından medet ummak ne oluyor? CHP gibi, HDP ve sosyalist muhalmefet de YSK’yı bekliyor ve YSK kararlarını meşru sayacakları anlaşılıyor. Bu siyasi körlük ve teslimiyet olur.
Siyaset uzun vadeli bir iş ise, kestirmeden burjuva partiler arası dengede birinden yana ağırlık koyup diğerine kaybettirme stratejisi, bir başka burjuva partisinin kazanmasına yol açıyor. Bu stratejiyle devrimciler, ezilenler hiçbir siyasi mesafe katetmemiş olacaktır.
Mesele sadece AKP’yi terbiye etmek, onun kulağını çekmek, ona tokat atmak değil ki! Bu, muhalif burjuva partilerin işi. Mesele işçilerin, emekçilerin, ezilenlerin, kadınların yani en alttakilerin iktidarını hedeflemek. Bu yolda adım atmak, harekete geçmektir, burjuva partilerinin birine karşı diğerini desteklemek değil. Nitekim görülecektir ki, rakip burjuva partilerinin zaferi ve yenilgisinden, emekçilere ve ezilenlere kapı aralayacak bir siyasal demokrasi çıkmayacak. Ssadece tıkanan burjuva sistemin nefes almasına imkan verilmiş olunacak. Sistemin ezip sömürdüğü kitleler için hiçbir değişim olmayacaktır.