Var mısınız biraz eski Türkçede sohbete…
Taşra kasabalarından birisinde bir lisedeyiz.
Lisenin müsamere salonundaki yüksekçe sahneye karşılıklı iki masa konulmuş, üstlerinde birer örtü, amplifikatöre bağlanmış bir masaüstü mikrofonu; püf püf, 1-2-3-4 test test diyerek ayarlanmış…
Masalara beşerden iki öğrenci grubu yerleşmiş, ikisi veya bazen üçü nâtıkası ve belagat ile mugalata sanatına haiz kız öğrencidir, diğerleri yüzlerini sivilce basmış delikanlılar; derli toplu görünüyorlar, lakin kravatlar çarpık bağlanmış sakil duruyor ve kızlar eteklerini çekiştirmişler diz boyuna kadar…
Ciddi bir meseleyi mülahaza edecek gibi yüzleri pek asık görünüyorlar.
Sanırsın ileri gelen bir fakültenin doktora tezi jürisindeler…
Az sonra bir mevzuda mütalaa ve münakaşaya başlanacaktır.
Mektebin konuşunca iyi lakırdı etti denilen edebiyat ve Türkçe öğretmeni salonda bulunan kaymakam ve öteki ileri gelen zevatı, yanlarındaki hocaları ve tabii talebe milletini de selamlayıp mevzuyu açıklıyor.
¨Memleket kalkınması sanayi ile mi yoksa ziraat ile mi olur? Şimdi bu mühim mevzuda iki taraf çekişecektir ve bakalım hangi sınıfın takımı bu münazarayı kazanacaktır!¨ª
Lise yıllarımdan hatırlıyorum, eski dilden kalma kelimesiyle münazara denilen bir tür tartışma yaptırılırdı öğrencilere; iyi de olurdu.
Öğrenci dediğin bir konuda görüş açıklayabilmeli, elbette…
Münazara, İngilizcede “debate” adı verilen tartışma, çekişme, cedel ve niza, fikir yarıştırmanın lise tiyatro salonlarındaki adıydı.
Sonra sonra, Türk Dil Kurumu’nun dilde sadeleşme çabasıyla münazaraya “aytışma” denildi; tuttu mu bu sözcük, bilemiyorum.
Mantık, felsefe, sosyoloji, astronomi gibi derslerin okutulduğu eski lise hayatlarımızda, ben mesela 1970’li yılların ortalarında bu aytışmaları çok izler ama pek mânasız bulurdum.
Aytışmaların memleket sanayileşsin mi yoksa ziraat ülkesi olarak sittin sene kalsın gibi saçma sapan mevzuları ele alması beklenirdi.
Bunlardan birisinde bulundum; talihime ekipçe ziraatçiliği savunmak düşmüş bulunuyordu, çünkü bizim sınıfın mevzusu yukarıdan, tepeden inme bir tarz-ı siyasetle müdüriyet tarafından tayin edilmişti bir kez, n’aparsınız!
Halbuki ben sanayileşelim de sendikalaşalım, hele bir işçi sınıfımız olsun, zira bu köylülükle bir şey olmayacak diye ter ter tepinen aklı bir karış havada gençlerdendim.
Kaybettik!
Sanayileşmeciler kazandı, ziraatçiler fikirlerini ispat ve sübut edemediler; tarlaya, bağa bostana süklüm püklüm döndüler.
Oysa ziraati olmayan ülkenin karnı doymayacağından sanayileşmesi de mümkün olamazdı; bu içi boş tartışmaya ne sebep vardı!
Durduk yerde bu hatırayı hafızadan çıkarıp ortaya koymaklığımız boşuna değildir. Hani bir solukta okudum denilen eserlerden birisini tamamladığınız vakit onu nereye koyacağınızı bilemezsiniz, öyle olunca kitabı mevzu edip konuşacağınız tutar.

Mehlika Mete
h2o Kitap
352 sayfa
Edinmek için
Kadın roman yazarlarımızdan Mehlika Mete’nin kaleminden çıkma “Cumhuriyet’in Ziraatçıları~İyriboz Kardeşler” başlıklı eseri okuma uğraşına başladığım sıra, daha ilk sayfalarında ardından bir yazı geleceği belli olmuştu.
Zira sanayileşmenin ziraatçılığın çapasından, tırmığından, traktöründen geçtiğini söylemekteydi.
“H20 Kitap” yayınevi tarafından basılan eser Cumhuriyetin ziraat politikasında öncü olmuş iki ismin, İyriboz Kardeşler adıyla maruf Celal Şevket ve Nihat Şevket’in aile hikâyesi olarak sadece dönem ve biyografik anlatıdan çıkıp handiyse bir belgesel romana dönüşür.
Yazarın gepgeniş ve neredeyse Türk toplumunun entelijansiyasında yer etmiş bir ailenin üyesi olarak sözlü tarih çalışması yapıp aile köklerini araştırdığı bu derinlemesine çalışma, bir yandan, Cumhuriyet tarihimizin sosyo-politik ve ekonomik süreçlerine bir aile albümünü karıştırıp göz atmayı mümkün kılıyor.
Bu tür tarih yazımı mikro tarihçilik olarak adlandırılır, büyük anlatılar yerine daha dar kapsamlı tarihsel sosyolojiye başvurur; ancak aile hikâyeleri söz konusu olursa tarihçilerin kullandığı yol prosopografik anlatımdır. Aile gibi bir grubun kolektif hafızasına dayalı olarak biyografik tarih çalışması yapmaktır.
Mehlika Mete’nin bu çalışması erken Cumhuriyet döneminde ziraatçı teknokratların bürokrasiden uzaklaşarak ülke tarımını kurumsallaştırmaya yönelik rollerini, onların sosyal kökenlerini, kariyerlerinin seyri üzerinden bir prosopografik incelemeye dönüşüyor, böylece bireysel anlatılardan bir ülkenin kolektif hafızasına eklemlenen bir tarih eseri ortaya çıkıyor.
Cumhuriyet’in Ziraatçıları kitabı bu kadarla kalmayacaktır; yazarın titiz çalışmasıyla konuyu ¨etrafına cami ağyarına mani¨ denildiği gibi ne bir eksik ne bir fazla biçimiyle ele aldığını görmekteyiz. Politikacılar ve mühim şahsiyetler galerisi gibi, yerli yerinde dipnotlarıyla, Cumhuriyet tarihini pamuk ve diğer tarım ürünlerinin korunması, ıslahı, geliştirilmesi süreçlerinde dönemin Başbakanı İsmet İnönü’den Gazi Paşa Atatürk’e kadar devletin kurucu isimleriyle İyriboz Kardeşlerin karşılaştıklarına tanık oluruz.
Yunanistan’ın anakaraya çok yakın olduğundan ada gibi görünmeyen ama Girit’ten sonra ikinci büyük adası olan Evia-Eğriboz kökenli bir eski ailenin gür bir ağacın kollarına benzeyen şerhem şerhem dallanıp budaklanan üyelerini tek tek burada sıralaması ne de zor.
Ancak Eğribozlu olup Türkiye’ye gelince İyriboz lakabını ve sonrasında soyadını alan ailenin kurucusu Abdullah Şevket ve çocuklarının Selanik göçmeni olarak Anadolu’ya gelişleriyle başlayan ailenin kaderi Cumhuriyet’in kuruluş yıllarıyla buluşur. İzmir’in Bornova’sında Levantenlerin arasında yer edinmeleri, sonra çocukları Celal ve Nihat’ın, Türk Ziraatının bu iki dev kurucu ismin çevresindeki büyük hikâye bir ailenin yaşantısını aktarmaktan uzaklaşıyor, Cumhuriyet’in tarihçesine eşlik ediyor.

Mustafa Kemal’in annesi Zübeyde Hanımın komşuluğunu yaptıklarından, Atatürk’ün özel ilgisine kavuşan aile, Ankara’nın başkent olduğu sırada oraya yerleşmeleri teklifine ise soğuk bakarak kendilerini Ege kıyıların zor atar. Atatürk’ün Nihat ve Celal’e, “Asker olun, siz asker olun!” diye tavsiye ve telkinde bulunmasına karşın delikanlılar toprağa bağlıdır; Halkalı Ziraat Mektebine giderler…

Cumhuriyet’in ziraat siyasetine uygun iki genç insan askerlikten daha fazlasını üstlenecektir. Kaynakçasıyla, görsel ve canlandırma resimleriyle ve büyük ebadıyla 340 sayfalık eser her iki Selanikli gencin eğitim süreçlerini, aileye yeni katılanları, ABD’de ve SSCB’de ihtisas için -ayrı ayrı- bulunulan yılları, dönemin siyasal gerginliklerini, hayal kırıklığı ve heyecanlarını anlatır.
Nihat ve tabii Celal disiplin, dikkat ve özen içinde bir parça sert tabiatlıdır; toprakla uğraşmak da karakterlerini bir ölçüde galiba böyle yapmış olmalı. Nihat’ın kuzeni Ayşe’ye gönderdiği evlenme teklifini taşıyan mektup bile bunu ele veriyor; sayfa 86’da okuyoruz:
“Ayşe, Benimle evlenmeyi kabul edersen gelip seni alacağım. Hazır olunca haber ver! Nihat”
Esas duruşta bekleyerek askere celp ve sevk kararı bildiren bir talimatın haşinlik içinde okunuşunu andıran ama sevecenliği de ortada bu kısa iki cümleden sonra Ayşe bir süre düşünür ve muhatabına uygun, eşit bir cevap verir:
“Nihat, seninle evlenmeyi bir şartla kabul ediyorum. Hiçbir zaman yemek pişirmem. Ayşe”
Evlenirler, Ayşe Hanım sonrasında bu şartını ihlal edip önlük bağlayarak mutfağına girmiş midir, burası belli değil; lakin evlerinde her zaman bir çalışan kadın yahut aşçı olduğu da tahmin edilebilir.
Ayşe, 1950 seçimlerinde DP’den Çanakkale milletvekili seçildikten sonra Tarım Bakanı olan Nihat Beyle politik hayatın içine, Ankara kulislerine karışır. Sonraki seçimlerde Aydın’dan listeye giren Nihat Bey ise Bakanlıktaki çaycısına kadar herkesi disiplin altında tutacaktır. Kitabın iki yüzüncü sayfasında Bakan Beyin dairelerde çay içimine sınırlı müsaade verdiğini okuyoruz; hatta hiç!
Memurlar masalarında şıngır mıngır kaşık çevirerek şeker eritiyor, çay içiyorlardı. Nihat Bey, memurlarına döndü ve bundan böyle, “Çayınızı evinizde içip geleceksiniz!” dedi, dediği dinlenmemişti, koridorda çevirdiği çaycının askıyı sallayarak çay gezdirdiğini görünce, tepsiyi kaptığı gibi pencerelerden birini açıp yallah aşağıya fırlatmış, bereket aşağıda kimseler olmadığından bu feverân kazasız belasız atlatılmıştı.
Sonra 27 Mayıs 1960 İhtilali gelir; yazarımız Mehlika Hanım bir siyaset tarihçisi gibi çalışarak elindeki prosopografik metne katkıda bulunur, siyasi tarihimizin yüz karası olayların manzumesi olacak biçimde elimize bir belge bırakır. Nihat Bey Yassıada duruşmalarında yargılanır, hüküm giyer, Kayseri Cezaevinde beş yıla yakın hürriyetinden men edilir.

“Türkiye’deki mahsulün yüzde 35 ila yüzde 72’sini böcekler yiyor” diyerek Türk ziraatını modernize eden bir çabanın imzasını atmış iki kardeşin aile hikâyesi böylece toplumsal hafızaya katılır.
H2O Kitap’ın bir süre evvel Türk romancısı İlhan Tarus’un eserlerine ait külliyatına eklediği “Uzun Atlama: Endüstrileşmenin Romanı” başlıklı kitabını da hatırlamadan edemiyoruz.
Tarus, Cumhuriyet’in tarımsal sanayileşmesine yönelik gazetecilik tarzında röportaj, izlenim ve hatıratından oluşan bu kitabında sanki İyriboz Kardeşlerin ayak izlerini takip ediyor gibidir.
Türkiye’deki şeker fabrikalarının kuruluş sürecini mikro-tarihçiliğe yakın bir gözlemle aktarır, böylece erken Cumhuriyet dönemini bize pancar ve şeker üretimi üzerinden anlatır.
Yayınlanmış altı kitabının yanı sıra Açık Radyo’da, bir vakitler, “Bir kitap bir film” başlıklı program yapmış bulunan Mehlika Hanım’ın dedesi Nihat Bey ve ailenin diğer üyesi Celal Beyin hikâyesi ele alınarak yakın tarihe katkısıyla ortaya çıkan “Cumhuriyet’in Ziraatçıları” başlıklı eser birinci elden tanıkların sözlü anlatımlarıyla literatürdeki yerini alır.
Liselerde bir vakitler yapılan sanayi mi yoksa tarım mı gibi saçmalık dolu bir ayrışmanın aytışması burada nihayete erer.
Sanayisi için tarımını geliştirmek zorunda olan bir yeni ulusal devletin, TC’nin Osmanlı’dan miras Anadolu coğrafyasında böyle zırvalara ihtiyaç yoktur.
Ne kadar masada aytışsanız da laf ebeliğidir; lafına bakılmaz işe bakılır…
Zira “Zırva tevil kaldırmaz!”
ª Eski Türkçedeki karşılıkları, okura kolaylık olsun amacıyla buraya sıralıyorum:
Nâtıka söz söyleme sanatı;
Belagat iyi konuşup ikna etme sanatı;
Mugalata anlatım yoluyla yanıltmaca, tersini iddia etme sanatı;
Mülahaza eni boyuna düşünme, derinlemesine değerlendirme sanatı;
Mütalaa düşünceleri sırasıyla irdeleyerek belirtmek;
Münazara edebiyat ve akademik dile uygun biçime bir konuyu tartışmak.
Cedel ve Nizâ çekişerek ve kıyaslayarak tartışmak.