Uzun yıllar İzmir Beth İsrael Sinagogu’ndaki düğünlerde keman çalan virtüöz Madam Marta Amati’nin hayatı, Rita Ender’in araştırması ve Berge Arabian’ın fotoğraflarından oluşan bir sergiyle anlatılıyor. Sergi, 6 Mart Çarşamba günü Schneidertempel Sanat Merkezi’nde açıldı.
Sergide Marta Amati’nin, Türkiye’ye nasıl ve ne zaman geldiği, bir sinagogda nasıl konumlandığı, İzmirli Yahudiler ve İzmirlilerin hafızalarındaki yeri inceleniyor. 1462. Sokak’ta oturduğu bilinen, bir defa evlendiği düşünülen, Yahudi mi yoksa Katolik mi olduğu belirsiz olan Marta Amati’nin, 20. yüzyılda İzmir’in sosyal ve kültürel hayatındaki yeri, sergiye paralel olarak Aras Yayıncılık tarafından yayımlanan kitap aracılığıyla da ortaya konuyor. Rita Ender’le, 31 Mart’a kadar sürecek sergi vesilesiyle söyleştik.
Marta Amati’nin adını ilk kez, İzmir’deki Beth İsrael Sinagogu’ndaki bir fotoğrafta görmüşsünüz. Sizi bu kişinin izini sürmeye iten?
Ben avukatım. İzmir’de görülen bir dava için şehre gidip gelmeye başladım. Bu gidişlerimden birinde, ibadete açık olan Beth İsrael Sinagogu’nu turist gibi ziyaret ettim. Beth İsrael’in üst katı, ibadete açık olan diğer sinagoglardan farklı olarak, sergi mekânı. Sinagogun tarihini, Yahudi kültürünü, İzmir Yahudi geleneğini anlatan bir takım objelerin ve bilgilerin yer aldığı bir alan… Orada eski bir piyano duruyordu. Piyanonun üzerinde, yaşını başını almış, hafif kambur duruşlu bir kadının keman çalarken çekilmiş bir fotoğrafı vardı. Fotoğrafın hemen altında ismi yazıyordu: Madam Marta Amati. Bu kadının fotoğrafının orada bulunması ilginçti. Daha önce hiçbir sinagogda bir kadın fotoğrafı görmemiştim. Zaten sinagoglarda bir fotoğraf olması da alışılmış bir durum değil. Belki “Burası bir sergi mekânı” diye düşünülüyordu ama yine de o mekân, aşağı katın, yani sinagogun bir parçası. İkinci katın parmaklıklarının arasından görülen aşağı kat hâlâ ibadet için kullanılıyor. Orada 10 erkek bir araya gelince dua ediliyor. Ortodoks Yahudiler ise dünyanın her yerinde hâlâ sinagogda kadın sesinin bulunup bulunamayacağını tartışıyorlar. Birilerinin, hemcinslerimin sesinin duyulmaması gerektiğini iddia ettiği bir mekânda, bir kadının fotoğrafının bulunması ilgimi çekti ve sinagogda nasıl var olduğunu merak ettim. Sinagogda kendisine yer ayrılan bu kadın aslında İzmirli Yahudiler tarafından onurlandırılmış, saygıyla anılmak istenmişti. Herhangi bir kadının orada işi olamayacağını düşündüm.
Sizce Marta Amati’nin fotoğrafı sinagogda neden sergileniyor?
Madam Amati, kuşaklar boyunca İzmirli Yahudilerin anılarına kemanının sesi ve görüntüsüyle kaydolmuş biri. İnsanların hatıraları arasında, o ‘en özel gün’lerinde, anlarında, sözlerinde, evlilik törenlerinde bulunmuş. Bu kadın, 80’erin ortalarına kadar, yıllarca, Beth İsrael Sinagogu’ndaki her düğünde keman çalmış. Onun çalışıyla, kemanın sesiyle, duygusal yoğunluk yaşayan İzmirli Yahudilerin hatıraları, o sinagogun sosyal ve kültürel tarihini de oluşturuyor. Madam Amati bu tarihin içinde bir simge olarak, çok güçlü bir şekilde var. Kimse onu gerçekten tanımıyor ama herkes onu biliyor.
Çok da eski tarihlerden bahsetmiyoruz. Sizce neden bu kadar az bilgi var?
Madam Amati 30 yıl önce ölmüş. Onun yaşıtları, onunla doğrudan ilişkisi olan insanların çoğu artık hayatta değil. Bir-iki ahbabı ise hafıza sorunu yaşıyor. İzmir Yahudi cemaatinden kişilerle pek ilişki kurmamış. Sanki bir yanıyla Yahudilikle bir bağ kurarken, bir yanıyla arada bir mesafe bırakmak istemiş – en azından ben böyle hissettim. Bunun muhtemel nedenleri üzerine de düşündüm. Madam Amati, eğer Yahudi idiyse, ailesinin II. Dünya Savaşı’nda, toplama kamplarında ölmüş olabileceğini düşündüm. Kendi hayatındaki travmayı düşündüm; sahnedeyken ona “Yahudi domuz!” diye saldırmışlardı. Sonra şunu da düşündüm: Buradaki ‘cemaat hayatı’ ile 1930’lu yıllarda Avrupa’daki Aşkenaz Yahudilerinin hayatı birbirine pek benzemiyor. Holokost anlatılarında çok sık karşımıza çıkıyor bu. Onlar örneğin ‘Almanlıklarını’ anlatıyorlar. Sanki çok daha ‘asimile’ olmuş bir hayatları var. Yani belki Madam Amati de hayatı öyle yaşıyordu, belki ‘Macar’dı ya da yalnızca ‘müzisyen’di. Buraya gelip gördüğü, kendi bildiğinden tamamen farklı, Akdenizli bir cemaat hayatı olmuş olabilir. Sonra belki, Madam Amati ailesinin yalnız bir tarafından Yahudilik aktarımına sahipti. Belki Hıristiyan olarak yetiştirilmişti. Bilmiyoruz. Bunların hepsi birer varsayım olarak duruyor.
Dolayısıyla Yahudi mi yoksa Katolik mi olduğunu da bilmiyoruz…
Kimsesi olmadığı için Paşaköprü Hıristiyan Mezarlığı’nda, kimsesiz rahibelerin gömüldüğü bir mezara defnedilmiş. İbadet etmek için kiliseye gidermiş. Bunu Dominikan kilisesine giden insanlar doğruladı. Noel kutlamalarına, sofralarına katılırmış. Fakat çok insan da, onun Yahudi olduğunu söyledi. Levanten bir gazeteci onun hakkında ‘Yahudi müzisyen’ diye yazmıştı. Hem Naziler, hem ülkemizin antisemitleri böyle düşünüyordu. YÖK’te kayıtlı bir yüksek lisans tezinde ismi aynen şu şekilde geçiyor: “Eti köpüğü sörpüşmüş Alman asıllı, paragöz aynı zamanda konservatuar hocası, Konak caddesinde bulunan Sinegog’da ve İzmir Radyo’sunda birinci keman çalan Macar Yahudisi Madam Marta Amati.”
Bunların dışında, Madam Amati hakkında en önemli bilgileri aldığım kişilerden biri, “Onun elinde doğdum ben” diyen Franz Şloser idi. Franz Şloser, Madam’ın Yahudi olduğunu ve ölümüne yakın İstanbul’daki Yahudi Hastanesi’ne, Balat Or-Ahayim Hastanesi’ne gelip tedavi olmak istediğini söyledi.
Araştırmaya sözlü tarih olarak başlamışsınız. Hangi noktada bunun bir sergiye evrilebileceğini düşündünüz?
Galiba doğduğu zaman aldığı soyadı, yani Schwenk soyadını bulmam ve Macaristan’daki konservatuar kayıtlarına ulaşmamdan sonra bunun bir sergiye dönüşebileceğine inandım. Bu topraklarda değeri gerçekten bilindi mi emin değilim ama bu kadın 13-14 yaşlarında ‘ciddi bir yetenek’ olarak gazetelere ismini yazdırmış. Bu, o günler için öyle kolay, herkese nasip olan bir şey değil. 1915-16’da konservatuar öğrencisiymiş, 50’li yıllarda ise İzmir’deki konservatuarın kurucu hocaları arasında yer almış, kurumun ilk keman hocası olmuş.
Bu bilgilere ulaşırken soyadı, doğduğu topraklar, Yahudi olma ihtimali, keman (Yahudilerin millî enstrümanı olarak anılır) çalması, Türkiye’ye gelişi vs. üzerine düşünürken bu gizemli kadının hayat yolunun fotoğraflanabileceğini düşündüm. Hemen Berge Arabian’ın kapısını çaldım, ona Madam’ı anlattım ve bu fotoğraf çalışmasını yapmak isteyip istemyeceğini sordum. Berge, “Tabii” deyince, İzel Rozental’i buldum. Rozental, Madam Amati’ye dair sergi önerimizi Schneidertempel Sanat Merkezi’ne sundu, olurlarını aldı. Sergi tarihi bize iletildi, Aras Yayınevi bize bu çalışmanın kitaba dönüştürülmesi onurunu verdi. Sergi tarihine göre düzenlemeleri yaptık. Berge’le birlikte İzmir’e gidip Madam Amati’nin yolundan yürümeye çalıştık. Yemek yediği yerleri, gittiği mekânları, gezdiği sokakları gördük. İşin bu tarafı da ilginçti, çünkü iki yıl boyunca insanlarla konuştum, araştırma yaptım ve aslında hiç tanımadığım, ömrümde hiç görmediğim bir kadınla haşır neşir oldum. Fakat Berge’in böyle bir durumu yoktu, o biz İzmir’e gidene kadar aynı duygu yoğunluğunda değildi. Fotoğraf çekmeye başlayınca sanki bir anda o duyguyu taşımaya başladı. Hiç tanımadığı ve hakkında benden duyduğu bölük pörçük şeylerle fikir sahibi olduğu bir kadınla ilgili bir yolculuğa çıkmış gibi hissetti. Berge’in İzmir’e ilk gidişiydi bu. Hiç bilmediği birinin peşinde, hiç bilmediği bir şehirde, göçmenliğin ne olduğunu bilerek bir şeyler arıyor olmak onun için besbelli farklı bir histi. Bu yüzden soyut fotoğraflar da çekmek istedi. Ben de tam olarak böyle olmasını istiyordum. Bu nedenle sergideki fotoğrafların bazıları bir gölgeden veya bir ışıktan ibaret. Her birimizin gördüğü gölgeler ve ışıklardan…
Bu söyleşi ilk kez agos.com.tr sitesinde yayınlanmıştır