Sıcak bir ağustos günü, otobüs kalkış durağı yeni asfaltlanmış, parlıyor ve zift kokusu hala duyuluyor. Bir zamanların körüklü otobüsüne bindi. Öğle saati otobüs boş sayılırdı, birkaç erkek öğrenci ayakta şen şakrak, tasasız konuşuyorlar. Oturduğu yerin tam karşısında ayakta genç bir kız dikkatini çekti. Tam anlamıyla ufacık tefecik, küçücük kahkülü gözlerine kadar gelen yüzü, gür düz saçları ince bir bedene göre geniş kalçalı. Kaç yaşında acaba 15 mi 20 mi? Anlamak mümkün değil.
Yüzüne daha dikkatle baktı, “zeytin göz dedikleri bu galiba” dedi içinden. Küçücük yüzünde simsiyah boncuk gibi içinden mutluluk neşe parlayan ışıl ışıl bir çift göz ve yüzüne göre kancalı büyükçe burun. Çok sevimli… Kendi kendine bir şey anlatıp güldüğünü farketti. Genç oğlanlar da farketmiş ona bakıyorlardı. Koruma duygusuyla ayağa kalkıp yanına yaklaştı.
Konuşmaya hazır tabii… Hemen neşeyle selam verdi. O neşeli selamı almamak ve konuşmamak mümkün değil tabi… İsimler tanıştı. Sıra meslekte, “avukatım” dedi. “Aaa” diyerek endişe içeren sevinçle karışık bir şaşkınlık geçti yüzünden…
“Avukatsanız size birkaç soru sorsam” dedi. “Elbette sorabilirsin” diye cevap verdi.
Çok uzun zamandır ev hizmetinde çalıştığı ünlü bir ailenin evinden kaçtığını, televizyondaki ünlü bir haber şov programında fotoğrafını gösterdiklerini ve arandığını söylediklerini söyledi. Bu haberin onu nasıl etkileyeceğini merak ediyordu. Bu arada neredeyse bütün hayat hikayesini bir çırpıda anlatmıştı. Zaman bağlantısı olmadan anlattıkları yarım gibi olsa da hepsi birbirine bağlandı sonunda.
Doğduğunda koruma kararı ile kurum bakımına alınmış, sekiz yaşında biyolojik aile bakımından yoksun çocuklar için alternatif bir koruma modeli olan koruyucu aileye yerleştirilmişti. Ancak anlattıkları korunduğu değil ev işleri yaptırıldığı ve kendisinden birkaç yaş büyük olan, ciddi sağlık sorunu olan ve “abla” diyerek bağlandığı evin kızına baktığıyla ilgiliydi. Onun ölümünden sonraki koşullarda kalmaya devam edememiş, yine o aile sayesinde tanıdığı başka bir evde çalışmaya başlamıştı. İzin günündeymiş ve geri dönüyorken karşılaşmışlardı.
Anlattıkları karşısında geri çekilme ihtiyacı duydu bir süre, sindirmesi gerekiyordu. Türkiye’de koruyucu aile kurumu 1926 yılında Medeni Kanunla getirilmiş bir çocuk koruma modeliydi. Ancak eski hukukta evlat edinme kurumu kabul edilmediği için, bir nevi çocuk bakım modeli sayılabilecek beslemelik, evlatlık, süt annelik gibi müesseseler mevcuttu. Cumhuriyet döneminde uzun yıllar koruyucu aile uygulaması adı altında beslemelik kurumu yaşamaya devam etmişti.
Koruyucu aile olmak isteyen ailelerin bazıları özellikle kız çocuklarını tercih ediliyor ve ev hizmetlerinde çalıştırıyordu. Bir dönem bu koruyucu ailelere karşı davalar açılarak, koruyucu aile kurumunun istismar edildiği ortaya çıkarıldı ve geriye doğru bir çalışma ilişkisi olarak kabul edilerek, ailelere faizi ile çalışma bedelleri ödetildi. Ancak kaç çocuğun dava açtığı konusunda bir çalışma bulunmamakta. Bazı çocuklar evlat edinildiklerini sanırken ölümlerinde mirasçı olamadıklarını öğrenmek durumunda kalmıştı. O da onlardan biriydi ama çok daha fazlası olduğu açıktı…
Tesadüf olarak kabul edilirse, aynı durakta indiler ve evlerinin ne kadar yakın olduğunu da gördü. Ancak evini göstermek istemedi.
Daha anlatacakları olduğunu ve ertesi gün buluşup buluşamayacaklarını sordu. Saat 9.30’da kıyıda bir kahvede buluşmayı kararlaştırdılar. Ayrıldıktan sonra anlattıklarını düşündü. Daha ne ekleyecekti acaba bu kadar kısa hayatına sığan bir ömürlük yaşanmışlıktan başka…
Ertesi gün yalnız gitmek istemedi, çocuklarla ilgili bir dernekten tanıdığı bir arkadaşına söz etti bu karşılaşmadan, o da merakla gelmeyi kabul etti.
Ertesi gün 9.30’da kıyıda kahvedeydiler. Gelmiş bekliyordu, tanıştırma faslı… Çaylar söylendi, heyecanlıydı, bir saatlik izin almıştı. Bu sefer çocukluğundan beri yaşadığı evde karşılaştığı istismarları ve kötü muameleyi anlatıyordu, ancak rahat değildi. İkisi de suskunluk içinde, arada biribirlerine bakarak dinliyorlardı.
Birden sustu ve gelen arkadaşının gazeteci olup olmadığını sordu. Konuştuklarını kaydettiğinden şüphelenmişti. Çantasını açarak gösterdi, güven verici sözler söylediler. Rahatladı, anlatmaya devam etti. Ancak duydukları karşısında ne diyeceklerini bilemiyorlardı. Olayları başka biri yaşamış normalliğinde anlatıyordu. Konuşma ihtiyacı çok açıktı. Onlarsa sadece dinleyebiliyorlardı soru sormak bile akıllarına gelmiyordu anlattıkları karşısında.
Saatine baktı, gitmesi gerekiyordu. Birlikte kalktılar çalıştığı evi gösterdi. Telefon numarasını verdi, görüşmek isteğiyle…
İki arkadaş uzun süre konuşamadılar. Ne yapabileceklerini hakkında bir fikirleri yoktu.
Karşılaşmadan sonra uzun süre arayıp aramamak arasında kaldı. Aylar sonra evin önünden geçerken kapıyı çaldı ve sordu, ayrılmıştı. Bir ay önce… Keşke daha önce arasaydım diye bir pişmanlık duydu, bir daha karşılaşma ihtimalleri olmaz diye düşündü.
Taa ki o güne kadar….