V. İ. Lenin 1901 yılında yazıp bir yıl sonra yayımladığı Ne Yapmalı kitabında Rusya’daki işçi sınıfı hareketinin “yakıcı sorunlar”ını saptamıştı. Sorunları belki her zamankinden ve her yerdekinden daha “yakıcı” hisseden Türkiye koşullarında, sosyalizm tarihinin bu kült metnine dönüp baktığımızda görüyoruz ki orada tartışılan sorunlar hâlâ bütün yakıcılığıyla sosyal ve siyasal yaşamımızın her bir alanına değiyor.
Ne Yapmalı’da her şeyden önce devrim sorunu tartışılır ve reformcu çözümlere karşı toplumsal ve siyasal bir köklü dönüşüm önerilir; devrim koşulsuz çağrıdır. Ne Yapmalı’nın diğer önemli başlığı örgüt sorunudur. “İşçi sınıfının eseri” olacak ve devrimi yönlendirecek bir mekanizma üzerine düşünen Lenin, çözümü Fransız İhtilali’nden itibaren siyasetin giderek daha çok merkezine oturan partilerde bulur ki bu aygıt takip eden bir yüzyıldan uzun bir süre boyunca sosyalist örgütlenmenin paradigması haline gelecektir. Diğer taraftan aydınları devrime emekçi sınıfların tarihinde hiç olmadığı kadar güçlü bir akıl yürütmeyle bağlar Lenin; böylece önderlik ve aydınlar sorununa da çalışmasındaki sorunlar arasında yer verir. Nihayetinde, yayın sorununu odağa alır ve kolektif bir bilinç üretiminin ve örgütlemenin aracı olarak işlev görecek bir yayın organı önerir.
Ve evet, bugünden bakıldığında “Ne yapmalı” gibi “büyük ve felsefi” bir soruya “bir dergi çıkarmalı” şeklinde “küçük ve pragmatist” bir cevabın verilmesi belki garip gelebilir. Lakin artık her veçhesi devasa bir kitle iletişim ağı tarafından kuşatılmış günümüz toplumunda, adeta bir “iletişim kapitalizmi” çağında Lenin’in çok erken bir çağda medyaya atfettiği önemin öngörüsünü anlamak çok daha mümkündür; hele ki yüzlerce gazetecinin cezaevlerine doldurulduğu, sosyal medya kovuşturmalarının artık herkesi hedeflediği, medyanın tüm niteliğini ve özerkliğini yitirdiği bir zamanda. Ne Yapmalı’daki tüm bu sorunlar baki ve kongremizde 100 yılı geçen bir zamandan beri dolayımlanmış oldukları yeni biçimlerle tartışılacak elbet.
Ancak, tüm bu meseleleri Lenin’in Ne Yapmalı’sından hareketle günümüze taşımaya çalışırken elbette somut durumun somut tahlilinden yola çıkmak gerekiyor. Nitekim 1901’den günümüze hem sermaye ve devlet hem de bunların karşısında yer alan devrimci hareketler bir dizi yeni nitelik ve yeni belirlenimler aracılığıyla karakterize olmuş durumda. Bugün, sermayenin ve devletin gündelik yaşamlarımızın en küçük “an”larına bile sızdığı, onları kendi formunda yeniden ürettiği bir egemenlik biçimiyle karşı karşıyayız. Devlet, çıplak ve saf varoluşundan asla imtina etmeden (ve bu özelliğini oldukça da güçlendirerek) ancak artık bunun çok ötesinde dolayımlanmış bir varoluşa sahip.Dünya devrimci hareketi böyle bir devlet olgusu karşısında elbette cin çarpmışa dönmedi. Belki hafifçe sendeledi; lâkin bulunduğu her alanda olabildiğince cepheden, ama çok zamanda göğüs gerdiği şeyle ilişkisinde lokalize olarak devletin çok zamandır görünmez kılınmış yayılımını görünüşe ve bilince çıkardı. Karşı koyduğu her alanda doğal ve/veya veriliymiş gibi gözükeni tersine çevirdi; parça parça da olsa umudu canlı tuttu.
Lâkin insanlık tarihi tüm yakıcılığına rağmen dayatılan bu tür yıkım ve baskı tablolarının dışarısına çıkmak için verilen mücadelelerle doludur. Tarih, defalarca, hiçbir istibdat döneminin ömrü billah sürmediğini ve en karanlık dönemlerden sonra dahi tüm gücüne rağmen totaliter rejimlerin sayısız coğrafyada er ya da geç sonlandığını yazar. Hakikatin dahi dillendirilemediği, yaşam alanlarımızın çepeçevre kuşatıldığı, toplumsal muhalefetin soluk alma olanaklarının alabildiğine yok edilmeye çalışıldığı günümüzde yan yana gelerek geçmişin mücadele mirası ve bugünün nesnel koşulları üzerinden inatla yeniden ve yeniden örmeye koyulacağımız mücadele hattı, geleceğin inşasında ibreyi emekçi sınıflar lehine çevirecektir. 117 yıl önce Lenin’in tarihi metininin başlığındaki “Ne Yapmalı?” sorusuna bugünden bakarak beraber düşünmeyi, yanıt aramayı arzuladığımız Kongremiz ise söz konusu metnin ilk halinin başlığı olan “Nereden Başlamalı” sorusuna belki de bugün için bir cevap olacaktır.
Karaburun Bilim Kongresi olarak 2006’dan bu yana çağrısını yaptığımız temaların hiçbiri bu yılki kadar normatif olmamıştı. Her yıl, yaşamlarımıza değen temel bir sorunsalı ana tema olarak ilân edip ağırlıkla bunun etrafındaki leitmotif’leri de kapsamaya gayret ettik. Memleketin ve üniversitenin ve tüm diğer yaşam alanlarımızın içinde bulunduğu koşullarda sizleri aşağıdaki kapsam kısmında tanımlamaya çalıştığımız konular hakkında “ne yapmalı” sorusuna yanıt aramaya davet ediyoruz; çünkü “Kavram” hakkını arar.
Düzenleme ve Bilim Kurulu üyemiz, hocamız, yoldaşımız Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nun rehin alınmasının yarattığı öfkeyle; kendisinin bizlere zindanların arkasından dahi olsa her zaman bulaştırdığı cesaret, coşku ve umutla…
Her yıl olduğu gibi, “bu davet bizim”…